17 Ekim 2010 Pazar

BİZ İNSANLAR- PEYAMİ SAFA

ESERİN ADI:                                      BİZ İNSANLAR

BASIM YILI ve YERİ:              1998 / İSTANBUL

BASKI:                                                12. BASKI

YAYINEVİ:                               ÖTÜKEN NEŞRİYAT

YAZARIN ADI:                                    PEYAMİ SAFA

ESERİN SAYFA SAYISI:         426 SAYFA

ESERİN KONUSUNUN
GEÇTİĞİ YER :                                     İSTANBUL

ESERİN KONUSUNUN
GEÇTİĞİ ZAMAN :                   1921 VE 1922 YILLARI
HAZIRLAYAN:                        

            ROMANDAKİ KİŞİLER VE ÖZELLİKLERİ

ORHAN :  Uzun sayılabilecek bir boy, geniş ve yuvarlak bir alın. Yuvarlak ve muntazam çene, ince dudaklı bir ağza sahip. Karakterli bir burun. Küçük ve az kirpikli gözler. Mat bir ten,sık ve gür siyah saçlar.
     Dik kafalı, her şeye isyan eden bir karaktere sahip. Düşünmeden cevap vermez. Ses tonunda tartıştığı konuya hakim, kültürlü, etkileyici bir hava dikkat çeker. Yalnızdır. Belki de kitaplara olan düşkünlüğü bundandır. İyi Fransızca bilir.
     Sarığını başından atıp  tutucu babasından başlayarak, akrabalarına ; sevgi, din gibi değerlere karşı çıkar. Hayatın temelinde maddeyi görse de yaptıklar onun maddeci kişiliğiyle bağdaşmaz. Mesela Milli Mücadelenin hararetli bir taraftarıdır. Tahsin olayının madde ile açıklanacak hiçbir yanı yoktur. Bu olayda tamamen hislerinin etkisinde kalmıştır.
     Kendisini oldukça fazla sorgular. Bu sorgulama işi onu karamsarlığa kadar götürür. Haksızlığa tahammülü yoktur. Kendisini bekleyen tehlike ne kadar büyük olursa olsun bildiğini yapmada ısrar eder. Fikirleriyle insanları etkilemede oldukça başarılıdır. Konuşmalarındaki samimiyet karşısındakine güven duygusu verir.
     Giyim konusunda iyi değildir. Özellikle Vedia ile tanıştıktan sonra onun giydiği elbiseler arkasından sık sık tartışılır. Samiye Hanım ve onun sosyete dostları giyimde özendikleri Avrupalıları kıskandıracak kadar Avrupalı giyinirler. Bu zeki şahsiyetin alaturka giyim kuşamı Samiye Hanım’ın hoşuna gitmez. Bu nedenle Vedia onunla karanlıkta gezmeyi tercih eder. Ona bakmaktan çok, onu dinlemek zevk verir insana.
      Enejik ve merhametli. Züppe tavırlar sergilemez, ağırbaşlılığından ödün vermez. Karşısında kim olursa olsun ona hürmet eder ve onu sonuna kadar dinler. Kalbinden rahatsızlığı var ; fakat bu durumu sonradan öğrenir.
     Vedia ile tanıştıktan sonra kadere de inanmaya başlar. Çünkü Vedia ile tanışması, yalıda karşılaştığı olaylar,geçirdiği işsiz soğuk günler , ayrıldığı okula ve ilk etapta sert karşılandığı yalıya daha güçlü bir şekilde dönmesi; amcasından kalan mirasın hayatını değiştirmesi ona göre Tahsin’in Cemile attığı taşla açıklanamazdı. Bu küçük taş onun hayat akışını tamamen değiştirmişti. Atılan taş küçük ama doğurduğu sonuçlar büyüktü. Bu durum kader inancı ile açıklanabilirdi. Vedia ile tanıştıktan sonra aşka da inanmaya başlamıştı.
     Orhan konuşmadıkça kalitesi belli olmayan biriydi. Konuştuğu zaman herkesi kendine hayran bırakırdı.



VEDİA:  23 yaşında. Evli değil.Fransızca biliyor. Babası ve annesi o daha küçükken ölmüş.12 yaşından  beri  yengesi Samiye Hanım’ın yalısında yaşamakta. Koyu sarı saçlar altında pembe ve taze , renkli bir yüz. İri, yeşilimsi  gri gözler. Ucu sivri ve biraz yukarı kalkık , ince, kanatları dar ve yapışık , ufak bir burun. Dudakları kalınca ve biraz kabarık, fakat biçimli ve güzel bir çenenin derhal tahsis ettiği büyücek bir ağız.
      İyi niyetli , nefret ve kin duygusunun yanına hiç uğramadığı her halinden anlaşılan bir kişiliğe sahipti. Hiç kimseye zararı dokunmaz. Elinden geldiği kadar insanlara yardımcı olmaya çalışır. Ailede herkes onu çok severdi. Ondan incinen birini göstermek imkansızdır. Bütün tartışmalardan kaçar, dedikoduyu sevmezdi. Onun önüne bakması fena şeyler düşündüğü anlamına gelir.söylenenlere taraftar olmaz, çabuk sıkılır. Bazen bunu gizlemek için ya konuyu değiştirmeye çalışır ya da bir şarkı mırıldanır. Onun yanında birini çekiştirmek kolay değildir. Annesine ve babasına benzemez. Yengesi Samiye Hanım sert yapılı, lafını kimseden esirgemeyen biri olduğu halde Vedia’ya son derece yumuşak davranırdı. Alafranga özentisi yoktu , o ortamda bulunması farkında olmadan az da olsa onu etkilemişti.
      Vedia tuhaf bir kızdır. Gece yarısı yataktan kalkar, kimsenin haberi olmadan çıkar, gider , gezer, gelir ve uyur. Bazen çok korkaktır, kendinden bile ürper. Bazen çok soğukkanlıdır; hiçbir şeyden korkmaz. En sevdiği yemeğe el sürmediği anlar olur. Canının çok sıkıldığı durumlarda kahkahalarla güldüğü de olurdu. Rengi sık sık değişir, elleri titrer , yüreği çarpar, her an bayılacakmış gibi bir hali vardır. Sinirli gibi görünür ama değildir. Çırpınışları , sebepsiz heyecanları var.
      Çok alıngandır. Ona bir şeyler hissettimek için sadece yüzüne bakmak yeterlidir. Biri ona sitem etse bir çiçek gibi solar , boynu düşerdi.
      Evlilik konusunda oldukça kararsızdı. Bahri , Ali Haydar, Rüştü gibi tanıdıklarını peşinden koşturmuştu. Kimseye umut vermemişti ama hayır da dememişti. O da bu özelliğine çok kızıyordu. Orhan’ı tanıdıktan sonra kendisinin idolü olan erkeği bulmuştu. En çok Orhan’a yaklaştı ; fakat ona da evet demedi. Gerçekten , iyi niyetli ,ama süslü bir tehlikeydi. Bu tehlikeyi genellikle keşfedenler, genellikle bataklığa düşenlerin durumu gibi tehlikenin içindeyken fark ediyorlardı. Tabi o zaman iş işten geçmiş oluyodu. Evlilik konusunda yengesinden çekiniyordu.
     NECATİ: kitapta onun fiziki ve kişisel özellikleri hakında bilgi bulmak mümkün değil. Boğaziçi’de Edebiyat Öğretmenliği yaparken Orhan ile tanışmıştı. Emperyalist güçlerin Anadolu’yu işgal etmelerine karşı çıkıyordu. Milli Mücadelenin sonsuz destekçisi olduğu yaptığı hararetli tartışmalardan belli oluyordu. Orhan gibi çok derin değil; aksine daha açık sözlü ve görünüşü ilk bakışta Orhan’a göre daha cana yakındı.Fransızca bilir. Orhan’ın en yakın dostudur. İyi günde ve kötü günde her zaman Orhan’ın yanında yer almıştır. Manevi değerlere biraz daha önem verir. Seviyesini muhafaza eder. Asi çıkışları pek yoktur. İşinde başarılı ve Orhan’a göre daha sosyaldir. Orhan çalışmadığı dönemlerde Necati’nin  evinde kalmıştı. 

ROMANIN ÖZETİ

     Anadolu’da kış mevsiminin kızıştığı bir dönemde , 1921’in ilk ayları ,yani kış mevsiminin bütün şiddetini hissettirdiği bir zamanda Orhan, İstanbul Boğaziçi’de özel bir lisenin ilk sınıflarını okutmakla sorumlu öğretmenlik görevini sürdürmekteydi.
     Teneffüs esnasında öğrencilerin kendisine verdiği bir haber ile irkilen Orhan hemen olay yerine koşar. Öğrencisi Tahsin, attığı bir taşla  yine öğrencisi olan Cemil’in yanağını delmişti. Orhan, çocuğun tedavisini o civarda bulunan bir askeri hastanede yaptırmıştı. Hastaneden ayrıldıktan sonra Orhan, Cemil’i evine bırak amacıyla ona eşlik eder. Birlikte yürürken Orhan, olayın sebebini öğrenmeye çalışır; fakat Cemil ilk etapta tereddüt ettiyse de olayı anlatır : Tahsin teneffüste Cemil’e dirsek vurmuş, o da Tahsin’e “eşek Türk “ demiş. Bu  söze sinirlenen Tahsin de fırlattığı taşla Cemil’in yanağını delmişti.
     Orhan’ın beyninde şimşekler çakmıştı. Bir Türk çocuğunun bu şekildeki hakaretine anlam veremiyordu. On bir yaşlarında bulunan bir çocuk nasıl olur da derin anlam içeren bu iki kelimeyi bir araya getirebilirdi. Orhan , çocuğun ailenin bir yansıması olduğunu iyi biliyordu.
     Cemil’in ailesi bir yalıda oturuyordu. Kapıya geldikleri vakit Orhan hem o sözün tesirini hem de çocuğun ailesine  vereceği cevabı düşünürken Cemil, açılan kapıdan annesinin yanına koşar. Babası Halim Bey hayatta değildi( evin hizmetçisi söylemişti.). Annesi, öğretmene sert çıkar. Ayrıca Tahsin için de haydutun oğlu tabirini kullanması Orhan’ın aklında başka soru işretleri bırakır.
Cemil’in annesi, Tahsin ya da onun ailesini tanıyor olmalıydı; yoksa onun hakkında bu kadar rahat konuşamazdı. Orhan yalıdan ayrılır ve okula döner.
     Milli Mücadelenin tüm hızıyla sürdüğü bir dönemde “ eşek Türk” tabirinin üzerinde bıraktığı olumsuz etki bir yana okulda müdür muavini Celal’in onun ayağını kaydırmak için fırsat kolladığının farkındaydı. Belki de görevinden alınacaktı. İşsiz halini , gidecek bir yeri olmadığını düşünüyordu. Bu arada Celal, müdürün onu aradığını söyleyerek birlikte müdürün odasına giderler. İçeride olayı ayrıntılarıyla anlatır. Müdür disiplin kurulunun toplanması geretiğini söyleyerek olayı bağlar.
     Orhan daha sonra Tahsin hakkında detaylı bilgiler öğrenir : Babası Mustafa, Cemil’in babası olan Halim Bey’in yalısında dört sene kayıkçılık yapmış. Halim Bey alafranga özentisi olan birisi olduğundan evinde sık sık balolar, partiler düzenlermiş. Bu partilere İngiliz ve Fransızları da davet edermiş. O öldükten sonra karısı Samiye Hanım aynı uygulamayı devam ettirdiği gibi hatta bir gün yalısına Fransız bayrağı bile çektirmiş. Bu gibi nedenlerden ötürü oradaki köylüler Halim Beyleri hiç sevmiyorlardı. Kayıkçı Mustafa da o köylüydü.
     Samiye Hanım hizmetlilerine türlü türlü hakaretlerde bulunurmuş. Musafa’ya da “ eşek Türk “ diye hakarette bulunur. O bu hakarete dayanamayıp Samiye Hanımın gözüne yumruğu indirir. Mustafa tutuklanır ve hapse atılır. Bu olaydan sonra köylüler Mustafa’ yı daha fazla seveler. Babası tutuklanınca açıkta kalan oğlu Tahsin, köylülerin ısrarlı ricası üzerine okul müdürü Selahaddin Bey tarafından ücretsiz olarak okula alınır. Tahsin okula geldiği üçüncü gün Cemil’in yanağını delerek olay yaratır.
     Müdür’ün odasından çıkan Orhan, Tahsin’in okuldan atılmasına ısrarla karşı çıkar ve bu amaçla kulis faaliyeti yapar. Öğretmen arkadaşlarıyla konuşarak onları ikna etmeye çalışır. En büyük desteği arkadaşı edebiyat öğretmeni Necati’den görür.
     Orhan’ın müdür yardımcısı Celal ile aralarının bozuk olduğunu daha önce belirtmiştik. Celal , olayları daha basit ele alan , kendi menfaati için herkesi feda edebilecek özellikler taşıyordu. Özellikle Orhan’dan nefret ediyordu. Çünkü en büyük rakibi olarak onu karşısında görüyordu. Bu nedenle her fırsatta Orhan’ın yaptıklarını ispiyonlayarak onu müdürün gözünden düşürmeye çalışıyordu. Müdür okulun yönetimini tamamen Celal’e bırakmıştı. Tabii bu Tahsin olayı da Orhan’ın nöbeti esnasında olmuştu ve aynı zamanda Orhan’ı kovdurmak daha kolaydı şimdi. Orhan , kovulabileceğini ve dışarıda kendisini bekleyen soğuk,acımasız günleri düşünerek dalıp gidiyordu.
     Olaydan sonraki ilk saat öğretmenler odasında Tahsin meselesindeki “ eşek Türk “ olayını, Milli Mücadeledeki son durum hakkında arkadaşlarıyla münakaşa ettikten sonra müdürün odasına gitti. Orhan, istifasını sundu. Ayrıca müdüre Celal’den duyduğu rahatsızlığı; ne yazık ki müdürün de Celal’in iğrençliklerine göz yumduğunu söyler. Müdür ile kısa bir konuşma yapar. Müdür de öyle ya da  böyle Celal’in kendi işini kolaylaştırdığını ifade eder. Eğer göz yummaz ise Celal’in yapacağı işi kendisinin yapacağını söyler. Kesin kararından dönmeyeceğini vurgular, veda ederek müdürün odasından ayrılır.
     Ertesi gün Orhan son kez bakarak okuldan ayrılır. Ne gidecek bir yeri ne de cebinde onu uzun süre ayakta tutacak parası vardı. Annesi ölmüştü. Babası ve diğer akrabalarına dargındı. Asi ruhlu biriydi. Babasına, onu dini anlamdaki aşırı tutuculuğuna, akrabalarına, bütün değerlere başkaldırmıştı. Hayat anlayışı, yaşam tarzı olarak maddeyi ön plana çıkaran materyalist felsefeyi tercih etmişti.
     Orhan , öğretmenlik görevini bıraktıktan sonra kendi başını sokabilecek eski küçük bir daire kiralamıştı. Soğuktu, kar yağıyordu. Kömürü de bitmişti. Uyumuştu ama gece yarısı içinde bir soğukluk hissederek uyanır. Eski, yetersiz bir yorganla( tek yorganıydı) her taraftan soğuk alan evinde ısınmaya çalıştı. Nafile. Kalkıp birkaç ısınma hareketi yapar ve tekrar yatağına uzanır. Vücudundaki soğukluğun artması onun korkunç sona yaklaştığını gösteriyordu. Evet Orhan donma tehlikesi geçirdiğini anladı. Sabahın ilk ışıklarıyla açık bir kahve bulmak amacıyla dışarı çıkar. Bir yandan açlık diğer yandan soğuk benliğini esir almıştı. Mahalledeki kahvenin de açılmakta olduğunu görür. Bu duruma sevinme fırsatını bulamadan yere yığılır. Kahveci, Orhan’ı tanımıştı. Yardım etmek amacıyla yanına koştu. Onu kahvenin içine alır. Vücudunu karla ovar, sıcak sobanın yanında kendisine ikram edilen çayları içer. Biraz kendine geldikten sonra Orhan kahveden ayrılır. Necati evden ayrılmadan ona yetişmek istiyordu.
     Necati’nin evine geldiğinde onunla kapıda karşılaşır. Necati o gün okula gitmez. Zaten okuldan ayrılacağını söyler( Boğaziçi’deki okul). Necati, Orhan’ı teselli etmeye çalışır. Onun iyi bir mücadele adamı olduğunu , dayanıklı olduğunu ve takdire şayan olduğunu anlatıp durdu. Orhan ise eskisi kadar dayanıklı olmadığını belirtir. Amcasına mektup gönderdiğini ve ondan yardım istediğini söyler. Amcası cevap vermese bile ondan yardım istemek Orhan gibi her şeye başkaldıran birisi için yenilgiydi bu. Orhan babasının çok tutucu birisi olduğunu, onun için Tıbbiye’de okumasına izin vermediğini, asker olmasına da karşı çıktığını söyler. Babası onun Darülmuallimine girmesine karşı çıkmış ; fakat Orhan her şeye karşı çıkarak  Darülmualliminde okumuş. Babasının dini taassubu Orhan’ın da özellikle dinden nefret etmesinde etkili olmuştu. Daha sonra okuduğu dergilerin etkisiyle materyalist felsefeyi yaşam biçimi olarak benimser. Orhan , Necati ile konuşurken materyalist olmasının nedenlerini de sorguluyodu. O gerçekten materyalist olma nedenini kendi isteğinden çok babasına olan kininden kaynaklandığını düşünmeye başlamıştı. Ayrıca öğretmenlikten ayrıldıktan sonra hislerinin daha fazla harekete geçtiğini, bu durumun onun inandığı madde ile açıklamanın mümkün olmadığını Necati’ye anlatıyordu.
     Necati, beş okulda ders verdiğini, bunlardan birini ona bırakmak istediğini açıklar. Dün Kadıköy’de gezerken eski bir arkadaşına rastladığını söyler. Necati, arkadaşım dediği Süleyman’ın kendisine Fransızca çeviri teklifinde bulunduğunu, onun da Orhan’ı tavsiye ettiğini belirtir.
     Ertesi gün Orhan ve Necati, Fransız tercüme işini görüşmek amacıyla Süleyman’ın bulunduğu kıraathaneye giderler. Onları ufak yapılı , esmer tenli Süleyman karşılar. Necati , Süleyman’ın politikaya olan düşkünlüğünü merak eder. Aslında Süleyman’daki bu değişim onu daha çok düşündürmüştü. Ardından Necati , sırayı Orhan’ın yapacağı tercüme işine getirdi. Süleyman tercüme edilecek kitaplardan bahsederken aynı zamanda sahip olduğu , savunduğu, hatta taptığı fikrini de açıklamış oluyordu. Aslında Süleyman, sosyalizmi savunduğunu dile getiriyordu. Tabi Necati ve Orhan’ın yabancısı olmadıkları bir konuydu bu. Süleyman , Necati, Orhan aralarında Necati’nin evinde buluşmayı kararlaştırarak ayrılırlar.
     Süleyman , Orhan ve Necati’nin beraber kaldıkları eve gelir. O akşam aralarında büyük bir münakaşa oldu. Orhan’ın yapacağı çevirilerin mahiyeti, Süleyman’ın savunduğu fikirleri uzun uzadıya tartıştılar. Süleyman , Doğu milletlerinin kurtuluşundan, emperyalist Avrupalı ülkelerin tutumlarını, iktisadi durumun insan hayatı üzerindeki etkisini konuşup düşüncelerini Necati ile tartışıyordu. Orhan bu münakaşa esnasında bir iç muhasebe yapıyordu. maddeyi hayatın temeline yerleştiren Orhan , Tahsin’e sahip çıkma duygusunun madde ile açıklanamaz bir boyutu olduğunu düşünüyordu.
     Orhan o geceden itibaren Necati’nin evinde kalmaya başladı. Ertesi gün iki arkadaş birlikte Beyoğlu’da gezmeye çıkarlar. Kısa bir süre sonra bir pastanede otururlar. Pastanede otururken Necati, sarı saçlı, iri yeşil gözlü Ruslara benzeyen bir kızın Orhan’a gülümsediğini görür. Kızın yanında başka bir kadın daha vardı. Orhan bu kızı, Cemil olayında Samiye Hanım’ın yalısında görmüştü.
Daha sonra Necati’nin biraz ısrar etmesiyle Orhan , kızın bulunduğu masaya oturur. Necati ile Vedia( kızın ismi) pastanede likör içiyorlardı. Tam bu arada içeriye , üzerindeki kıyafeti pek düzenli olmayan bir Osmanlı polisi girer. Polis kızın kıyafetinin ve içtikleri likörün kurallara aykırı olduğunu  kaba bir şekilde belirtir. Necati ile Orhan polisin bu kaba davranışına hakaret ederek karşılık verir. Polis onları karakola götürmekte ısrar ediyordu. Daha sonra tek başına yapamayacağını anlayınca yardımcı kuvvet bulmak amacıyla oradan ayrılır. Bunu fırsat bilen Orhan bayanları oradan uzaklaştırmıştı. Vedia ayrılmadan önce Orhan’ı Cumartesi günü kendi doğum günü partisine davet etmişti.
     Orhan ile Necati , gelen diğer polislerin desteği ile karakola götürülmüşlerdi.
Komiser ilk etapta Orhan ve Necati’ye çok sert çıkar. Onları yaptığı hakaretlerle iyice ezmeye çalışır. Aradan kısa bir süre geçmeden gelen telefonla komiserin yüz hatları değişmeye başlar. Komiser başta yaptığı hakaretlein tam tersi tavır sergilemeye başladı. Telefon Fransız kolonesinden gelmişti. Vedia’nın yanında bulunan Sofi, Fransızlara haber vermişti. Emir ,İstanbul’da bulunan işgal kuvvetlerinden gelmişti; yani büyük yerden. Komiser hiç zaman kaybetmeden onları serbest bırakır. Aslına bakılırsa kendi vatanlarında bir Türk karakolunda Fransızların emri ile serbest bırakılmak ikisine oldukça acı vermişti. Karakoldan ayrıldıktan sonra ikisi eve giderler.
     Necati o gün Vedia’nın bulunduğu yalıya gitmek için hazırlık yapmaya başlar. Orhan , götüreceği hediyeyi seçmek amacıyla Necati ile birlikte bir kitapçıya girer ve hediye olarak Fransızca yazılmış bir şiir antolojisi kitabı satın alırlar. Orhan maddeyi hayatın temeline yerleştirdiğinden, belki de aşk duygusunu tatmadığından bu tür şeylere inanmak istemiyordu. Vedia etkilenmişe benziyordu pek kabul etmese de.
     Orhan o gece Vedia’nın davetine katılmak amacıyla Halim Beylerin yalısına gider. Önce Vedia sonra yengesi Samiye Hanım onu karşıladı. Bu sefer Samiye Hanım daha kibar ve daha sakin görünüyordu. Orhan’ın isteği üzerine o gece yalıya yabancı misafir davet edilmemişti. Vedia orada bulunanları tanıtır: Bahri Bey, Rüştü Bey, Safiye Hanım, Seniye Hanım, Ali Haydar Bey, Besi Teyze, Madam Sofi… Bunların çoğunu ileride daha yakından tanıyacaktı.
    Vedia, Orhan’ı zabit olan kuzeni Bahri ile tanıştırır. Bahri orada bulunan kişiler hakkında onları tanıdan bilgiler verir. Ayrıca halim bey , Samiye hanım ve yalının  neden sevilmediğini ; Kayıkçı Mustafa’nın yakında hapisten çıkacağını, çıktıktan sonra Samiye hanıma zarar vereceğini söylediğini bir bir anlatır. Ayrılmadan önce vedia ve Samiye hanıma tekrar geleceği sözünü verdikten sonra bahri ile birlikte yalıdan ayrılırlar.  
     Bahri yolda Orhana Vedia’nın Halim beyin erkek kardeşinin kızı olduğunu söyledi ve ekler, hem babası hem de annesi ölmüş; onun için Halim beylerin yalısında büyümüş.Vedia çok iyilik sever kimseyi incitmeyen  bir yapıya sahipti. Bu arada Bahri’nin duruşundaki durgunluk, içinde kaynayan bir durumun habercisiydi. Neydi Bahrinin kederi ,sıkıntısı? O anda Orhan bunları düşünüyordu.
      Bahri ile Orhan ,Vedia hakkında muhabbetlerine devam ederler. Önce Ali Haydar talip olmuş. Çok laubali bir kişilik , Vedia’nın tarzı değil; teklifi kabul edilmez. Sonra Rüştü talip olmuş kıza. Londra’da ekonami okumuş. İyi giyinmesiyle Vedia’nın dikkatini çeker ama o da kumara düşkündür, onun teklifi Vedia tarafından kabul edilmese de yengesini düşündürür.
      Yalıdan ayrılarak evine gitti. Süleyman’dan aldığı Fransızca kitabı tercüme etmişti. Şimdi sırada Kayıkçı Mustafa’yı Samiye’den uzak tutma işi vardı. Mustafa söz vermişti, hapisten çıktığı vakit Samiye’yi vuracaktı. Samiye  de Orhan’dan yardım istemişti. Çünkü Mustafa’nın oğlu Orhan’ı çok seviyordu.
     Orhan önceden verdiği için pazartesi günü Samiye Hanım’ın yalısına gider. Onun öncesinde Bahri ile buluşur, birlikte yalıya giderler. Samiye Hanım malum olaydan sonra oğlu Cemil’i bir ecnebi okula verdiğini söyler ; öğretmenlerinin Orhan kadar başarılı olmadığından yakınır. Çekinerek Orhan’dan haftada bir gün oğluna ders vermesini rica eder. Orhan teklifi kabul eder.

         O gece Vedia ile Orhan ayrı bir yerde , Samiye Hanım’ın yabancılara bu denli düşkün oluşunun nedenlerini, Bahrinin suskunluğunun , üzüntüsünün nedenleri üzerine uzun uzadıya konuştular. Üstelik aşktan kadın ve erkeğin nasıl sevmesi gerektiğinden bahsettiler. Orhan yalıdan ayrıldıktan sonraki gün , olup bitenleri Necati’ye anlatır. Samiye Hanım Cumartesi günü Fransız misafirlerine bir parti düzenleyeceğini , Orhan’ı da davet eder. Orhan zaten çocuğa ders vermek için gidecektir ama muhtemelen Fransızların varlığından rahatsız olacaktır.
      Orhan gün geçtikçe vedia’ya ve inanmadığı bazı değerlere kendisini daha yakın hissettiğini anlar. Kader inancı ona şimdi daha mantıklı geliyordu. Çünkü bütün bu olaylar, Tahsin’in Cemil’e fırlattığı küçük bir taşla başlamıştı; ancak küçük bir taşın doğurduğu hadiseler onun kafasında maddeci anlayışını perişan eden soru işretleri bırakmıştı.
      Daha sonraki günlerde , istifa ettiği okulun müdürünün kendisini aradığı, müdür yardımcısı Celal’in istifa ettiği haberini alınca Necati ile beraber  Boğaziçi’deki okula gider. Müdür Orhan’ı çok iyi karşıladığı gibi Orhan’a muavinlik teklifinde bulunur. Bazı şartlar ileri sürerek muavinlik görevini kabul eder. Ayrıca onun Tahsin’i savunduğu için görevinden ayrılması onu hem öğrenciler hem de halk gözünde  bir kahraman yapmıştı. Şimdi daha çok seviliyordu.
      Cumartesi Orhan Samiye Hanımların yalısına gider. Partide Fransızlar, Rüştü, Bahri , Ali Haydar, Sofi, Besime Teyze ve diğerleri katılmıştı. Partide Rüştü’nün poker muhabbeti, milli mücadelenin geleceği, kadın erkek ilişkileri gibi konular vardı. Bir süre sonra partideki ortamdan sıkılan Bahri bir bahane ile Orhan’ı dışarı çıkarır. Bahri kendisini ve üzüntüsünün nedenlerini bir bir anlatır. Bahri , Vedia’ya olan aşkını, Milli Mücadeleye katılmak için Anadolu’ya geçmek isteğini; fakat annesini karşı çıktığını, hasta bir kardeşinin olduğunu, her şeye üzülen bir kişiliğe sahip olduğunu anlatır. Vedia hakkında onun kişisel özelliklerini ortaya koyan açıklamalar yapar. Vedia’nın çok kararsız bir ruh haline sahip olduğunu; önce iyice ümitlendirir, sonra vazgeçer. Orhan’a bu tehlikeye karşı dikkatli olması gerektiğini önerir.
     Bahri o gece yalıdan ayrılır; ama durumu Orhan’ı endişelendirir. Ardından Orhan Vedia ile Bahri’ye neden ümit verdiği halde onun teklifini kabul etmediğini sorar. Vedia ise durumun sadece bundan ibaret olmadığını , aslında Bahri’nin çok kırılgan bir yapısı olduğunu ve onun her şeye üzüldüğünü belirtir.
      Ertesi gün Orhan okulda iken gazetedeki haberi görünce şok olur. Gazete bir zabitin kafasına kurşun sıkarak intiharını haber veriyordu. Bu zabit Bahri’den başkası değildi. Evet günlüğünde Vedia aşkından dolayı intihar ettiğini açıklıyordu.
      Orhan durumu hemen Vedialara bildirir. Üzüntüler, göz yaşları… samiye hanım Bahri’nin annesini ziyarete gider. Orhan tekrar okula döner. Aynı gün Orhan Elazığ’daki yengesinden bir telgraf almıştı. Yengesi amcasının öldüğünü haber verdiği gibi kalan mirastan da bahsetmişti. Acı ve sevinci bir arada yaşamıştı.
      Bahri, günlüğünü Vedia’ya bırakmıştı. Vedia intihar olayından kendini sorumlu tutmuştu. Yapması gereken şey evet ya da hayır demekti. Fikrini belirtmemesi Bahri’yi umutlandırmış  , diğer sıkıntılar birleşince çocuk intihar etmişti.
      Orhan ile Vedia arasındaki samimiyet iyice artmıştı. İkisine garip haller oluyordu. Bir keresine Vedia bayılmıştı durduk yere. Orhan elini kalbine götürüyordu. Kalp hastalığı yaşamaktan korkuyordu.
      Kayıkçı Mustafa hapisten çıkmıştı. Köylüler onu bir kahraman edasıyla bağırlarına basmışlardı.  Durumdan en çok Samiye Hanım korkuyordu. Orhan, okula oğlunu ziyarete gelen Mustafa ile konuşur ve   onun fikrinden vazgeçirir.
      Orhan , müdürden  Elazığ’a gitmek için izin ister. Gereken izni aldıktan sonra Vedia ile buluşur, ona her şeyi anlatmaz. Elazığ’a gitmesi gerektiğini birkaç ay kalabileceğini söyler. İkisi arlarındaki ilişkiyi belli bir süre mektuplarla devam ettireceklerdi.
      Orhan Elazığ’a gider orada yengesine yardımcı olur ve mirastan payını aldıktan sonra İstanbul’a döner, tabi aradan aylar geçmiştir.
   Orhan , Elazığ’dan döndükten sonra Vedia ile olan düzeyli ilişkisini devam ettirir. Onu seviyordu. Kimi zaman Bahri’nin dediklerine hak veriyordu. Vedia içinde tuhaflıkları barındıran ilginç biriydi; zaten bilinen bir durum, ama Vedia’dan da vazgeçmiyordu. Çok tutkulu davrandığını söylemek mümkün değildi.
     Orhan , maddi durumunu amcasının mirasından sonra  iyice düzeltmişti. Bir apartman dairesi kiralamıştı. O da bir gece kendi evinde parti düzenler. Davete Samiye , Vedia , Rüştü, Ali Haydar, Necati… katılır. Bu gece büyük bir jest yaparak Vedia’ya piyano hediye eder. Vedia o mutlulukla en güzel eserlerini icra eder.
      Vedia , özellikle Samiye Hanım’ın çağdaşlığın ölçüsü olarak kabul ettiği ve Orahan’ın her zaman sınıfta kaldığı kıyafet meselesine gelelim. Orhan bu miras işinden sonra giyim kuşamına biraz daha dikkat etmeye başlamıştı. Ondaki bu değişim hiçbirinin gözünden kaçmamıştı; özellikle Vedia’nın. Samiye Hanım, bu adamın ne kadar iyi de olsa onlar gibi olmayacağını biliyordu. Evet , anlayışlı, ağırbaşlı, kültürlü; ama özünde taklitçilik yoktu. Sosyete sınıfına ait değildi. Samiye Hanım doğrudan karşı çıkmasa bile Vedia’nın Orhan ile evlenmesine karşıydı. O , Londra’da eğitim görmüş, kumar düşkünü; ama iyi giyimli Rüştü’yü Orhan’a tercih ediyordu. Vedia’nın aklını çelmeye çalışıyordu. Giyim konusunda evet Rüştü iyiydi. Giyim için Vedia, hiç tasvip etmediği Rüştü gibi biriyle yaşayamazdı.
     Bir gün Orhan, aldığı telefon haberi ile hemen hastaneye koşar. Vapurda Vedia adlı bir kızın bayıldığını, şu anda hastanede yattığını, Vedia’nı isteği üzerine kendilerini aradıklarını söylemişlerdi. Doktoru Vedia’nın bir tür menenjit hatalığına yakalandığı şüphesi taşıdıklarını , durumun ciddi olduğunu söyler. Kalbinden rahatsızlığı bulunan Orhan olanlardan dolayı yorgunluk ve beraberinde rahatsızlığı artar. Zaten ilaç tedavisi olmaktadır.
    Orhan, Vedia’nın başucunda otururken tuttuğu günlüğü de okur. Orhan , Vedia’nın kendisi, Rüştü, yengesi, Bahri hakkında yazdıklarını okur. Kimi satırlardan memnun olmaz, kimileri onu heyecanlandırır. Vedia buhranlarını, yengesinin onu Rüştü ile evlendirmek için sarf ettiği çabaları; hatta Rüştünün kendisini istemeye geldiğini yazmıştır. Orhan’ın fakir halini daha çok sevdiğini yazmıştır.
     Orhan Vedia’nın başında onun uyanıp kendisine gülmesini beklerken, son günlerde hastanedeki yorgun hali, okuduğu günlüğün beyninde oluşturduğu sis ve sıkıntıları onun kalp krizi geçirmesine neden olur. Orhan oracıkta ölür. Morga kaldırılır. Sabah olunca Vedia, her şeyden habersiz gözlerini yeniden açar, hayata merhaba der.

   DEĞERLENDİRME

     Eser kurtuluş savaşı yıllarında insanların düşünce yapıları, Avrupa’yı algılama biçimleri, insanın bunalımları , kararsızlıklar tatminsizlikler vb. bir çok konuda  bilgi veriyor.
     Peyami Safa, yazdığı eserin dilini kendine has  üslubu ile yoğurmuş ve uzun cümleler kurmuş. Psikolojik tahlillere geniş yer vermiş , iç hesaplaşmalar, Doğu-Batı çatışması , madde ile mananın sürekli bir çekişme içinde olması esere ayrı hava bir katmış.
     Çocukluk yaşantımız ileride devam edeceğimiz bütün yaşamımız boyunca üzerimizdeki etkisini ama az ama çok muhafaza eder. Orhan’ın babasının baskıcı tutumu çocuğunu ona kaybettirdiği gibi çocuğa da kaybettirmiştir. Evet , baba çocuğunun sevgisini yitirmiştir; beslediği , büyüttüğü , canı , ciğeri, çocuğunun sevgisini kaybetmekten daha fazla ne zulüm verebilirdi? Çocuk da aynı şekilde babasına , akrabalarına , babasının savunduğu bütün değerlere; din, kader, sevgi vb. her şeye düşman olmuştu. Maddeye sığınmıştı. Bulduğu derman onun yaralarını iyileştiremediği gibi bilakis içinde yeni yaralara sebep olmuştu.
     Her olayın sonucu yeni bir olayın başlangıcıdır, denilebilir. Eserde Orhan’ın babasından nefreti ona kendi ayakları üzerinde durmak için lazım olan gücü vermişti. Okuma sevgisi, kararlarındaki ciddiyet onu etkili bir irade sahibi yapmıştı.Bir mesleği vardı. Dil biliyordu. Başarısı ve çalışkanlığı, haksızlığa boyun eğmeyişi belki kısa süre için onu keder çukuruna düşürmüştü ama kalite her zamanki gibi yerde kalmamış, hak ettiği yeri bulmuştu. Çünkü istenmediği okula ve hakaretlerle karşılaştığı bir eve kahraman olarak dönmüştü. Bütün bu yaşananları kuru bir tesadüfe bağlamak doğru değildir. Vedia ile yalıda karşılaşmaları, sonra pastanede yaşadıkları olay, Kayıkçı Mustafa ile Samiye Hanım’ın olayını çözmeye vesile olması , Vedia’a aşık olması ve kader değil de neydi? Paraya ihtiyaç duyduğu anda amcasından kendisine miras kalması kaderden başka bir şeyle açıklanamaz.
      Eserde materyalist felsefenin insanda var olan çoğu gerçeği açıklamada yetersiz kaldığı gerçeği tüm çıplaklığıyla göz önüne serilmektedir.
       İnsanlara boş umutlar dağıtmaktan kaçınmak gerekiyor. Bize sunulan bir teklife, eğer inanmıyorsak hayır demek, karşımızdaki kişiye iyilik yapmaktır; kararsız kalmak ise en büyük kötülüktür. Teklifi sunan kişinin , cevap almıyorsa başka yönlere yönelmesi onun kendine yapacağı en büyük iyiliktir denilebilir.
Belki de insanın kendisine yapacağı diğer bir iyilik de insanın hatasız olmayacağını, her gerçeğin aynı sonuçları doğurmayacağını kabul etmesidir. Vedia’nın yaptığı gibi , o mutluluğun bir parçası olan  evliliği çok irdelemiş ve mutluluğu mutsuzlukla sonuçlandırmıştı. O kendisine en yakın olan kişiyi bile kabul edememişti.  
    



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder